Yüreklere korku salan perili malikaneler, hayaletlerin kol gezdiği Ortaçağ kaleleri ve çığlık sesleriyle yankılanan yer altı tünelleri sizde korkuyla karışık bir merak uyandırıyorsa, gözlerinizi açın! Çünkü kabuslarınız gerçek oldu.
Şu bulutların ağır ve baygınlık verici bir basınçla apartmanların üzerine çöreklendiği güz aylarında karşımıza çıkan bayram tatilleri aklımızı karıştırır. Çünkü sonbahara rastlayan tatillerinin genelde gerçek dışı bir havası vardır. Tatilde ne yapacağımızı düşünürken pencerenin önündeki tülün sıyrılışındaki hüzün, bir şiirden alıntılanmış rasgele bir sözcük, ocakta demlenen çayın dumanı ya da gece köpeklerin havlaması aniden içimizde uyuyan bir kaynağa dokunabilir ve uzaklara, bilinmeyen bir yere gitme isteği uyandırabilir. Belki de bu yüzden bayram tatillerini bilmediğimiz ülkelere gitmek için kullanırız. Güz aylarında çıkılan tatillerin asıl mucizesiyse küçük bir peri masalı gibi insanı alıp bambaşka dünyalara götürme gücüdür. Ve şimdi bu iki fırsatı bir arada kullanmamızın mümkün olduğunu fark ediyoruz. Çünkü öyle görünüyor ki, Avrupa’nın bazı şehirlerindeki tur şirketleri de, en az bizim kadar mantıklı olmalarına rağmen, son on yıldır bu mucizeyi alıp muhteşem bir tatil fırsatına çevirmenin yolunu öğrenmişler. Buna Hayalet Turizmi deniyor ve Avrupa’nın sofistike şehirlerinin tüyler ürpertici karanlıklarında yaşayan hayaletlerin esrarengiz dünyasını ziyaret etmek isteyenlere hitap ediyor: Perili malikaneler, vahşi kaleler, hayaletlerin cirit attığı mezarlıklar, korkunç olayların yaşandığı tımarhaneler ve ıssız hapishaneler sizi bekliyor.
Ne derler? Korkunç şeyler korkunçlaşmadığı sürece sorun yok. Bu sene şöyle ölüm kadar karanlık ve hayaletler kadar donuk bir tatile ne dersiniz?
Avrupa’nın Arafı
Hayaletler içinde bulundukları halktan çıkıp gelirler. O kültürün parçalarıdır. Ama gene de bir şekilde dışlanmışlardır. Bunu en iyi Viktoryen dönemde yazılan edebiyat eserlerinde görürüz. Sanayi Devrimiyle birlikte kendini bir anda Ortaçağ’ın tanrısı ve teknolojinin modern makineleri arasında bulan adamın dışavurumudur hayalet. Ne içeridedir, ne de dışarıda. İnanç ve şüphe, din ve bilim, monarşi ve liberalizm arasında ait olduğu yeri bir tülü bulamaz. Arada kalmıştır. Araf’tadır.
Bu açıdan bakınca Avrupa’nın Arafı’nın Edinburgh şehri olduğunu söyleyebiliriz. İskoçya’nın başkenti Edinburgh yeraltındaki sokakları, hiçbir zaman söndürülmeyen sokak lambaları, organ ticareti yapılan köprüsü ve ceset simsarlarıyla dolu kanlı bir geçmişi temelleri altında saklıyor. Üzerleri kapatılan sokaklar yeraltında korunmuş ve hiç değişmemiş. Örneğin Mary King Sokağı yerin altında bulunuyor. İçinde çok sayıda ev var ve birçoğu 500 yıldan daha eski. Veba sırasında ölmeleri için yeraltındaki bu sokağa kapatılan insanların kederli ruhlarının hala burada dolaştığı söyleniyor. Hiçbir zaman söndürülmeyen sokak lambalarıyla burası kabuslardan fırlamış bir yeri andırıyor.
Zamanla kuzeydeki bataklıklara aristokratların yaşaması için yeni bir şehir kurulmuş. Edinburgh bir tarafı karanlık ve kokuşmuş, öteki tarafı zengin ve ferah olan iki zıt kutba bölünmüş. İki şehri birbirine bağlayan Güney Köprüsü ise zarif dükkanlarla çevrelenmiş. Fakat zamanla köprünün altındaki mahzenler kilitlenmiş ve 100 yıldan daha uzun bir süre boyunca unutulmuş. Mahzenlerde 120 oda var. Bazıları bunları ev olarak kullanıyormuş. Taverna ve genelev olarak kullanılanlar da varmış. Fakat hikayenin en korkunç kısmına daha gelmedik. Köprüdeki mahzenleri tıp okuluna bağlayan gizli bir tünel varmış. Peki, neden bu iki dünya birbirine bağlanmıştı dersiniz? Çünkü öğrencilerin kadavraya ihtiyacı vardı ve insanlar gruplar halinde mezarlardan ölüleri çıkarıp tıp okuluna satıyorlardı. Cesedi burun deliklerine taktıkları kancalarla mezardan çekip çıkarıyorlar, güney köprüsündeki mahzenleri ise cesetleri saklamak ve nakletmek için gizli bir yeraltı ağı olarak kullanıyorlardı. Bu tüyler ürpertici ticaretin kurbanları hala köprünün altındaki mahzenlerde dolaşıyor. Bu korkunç olaylar yıllar öncesinde kalmış olabilir ama onun yansıması olan hayaletler hala oralarda bir yerde saklanıyor.
Hayaletli bir tatil demişken…
Hayaletler dendiğinde ilk akla gelen şehirlerden biri de York. İngiltere’nin kuzey şehirlerinden biri olan York için, 140 hayaleti ve 500 perili mekanıyla Avrupa’nın en tekinsiz yeri denebilir. Bu şehirde hayalet avlamak hem büyük bir eğlence, hem de ciddi bir iş.
York’taki hayalet turlarından en ünlüsü ve en eskisi olan ‘Original Ghost Walk’, her akşam saat 8’de Ouse Nehri’nin kıyısındaki King’s Arms Pub’da başlıyor. Şehrin ihanetler ve zalimliklerle örülmüş mekanlarındaki, bazıları 2000 yıllık olan hayaletleri ziyarete götürüyor. Bunların arasında veba salgını sırasında üst katta bir odaya kapatılan ve ölüme terk edilen küçük kızın hayaleti, sadece çıplak kadınlara görünmeyi adet edinmiş George Villiers’in sapık hayaleti, St. Abbots Manastırında ikamet eden Kara Abbot’ın dehşet saçan hayaleti ve daha niceleri var. Fakat York’ta adından en çok söz ettiren hayaletli mekan Hazine Binası. 1953 yılında kazan dairesinde çalışan genç bir adam burada bir bölük Romalı asker gördüğünü iddia etmiş.
Daha farklı bir şeyler arayanlar ‘York Boat Ghost Cruise’ turuna katılıp Ouse Nehri’nin karanlık sularında hayalet avına çıkabilirler. Sonuçta York, hayalet avcılarını hayal kırıklığına uğratacak bir şehir değil.
Tabutunun tersinden kalkmak
Hayır, hayır. Binlerce galonluk hayır. Transilvanya dendiğinde aklınıza hemen vampirler gelmesin. Uygarlıkla barbarlığın arasındaki çekişmeden doğan Transilvanya’nın dehşet verici hikayelerini gotik şatoların hayaletlerinde de bulabiliriz. Poenari Kalesi hem Romanya’nın en turistik yerlerinden biri, hem de Kazıklı Voyvoda’nın yaşadığı yer. Alçak tavanlı zindanları, uzun ve dar koridorları, kasvetli kemerleri, rüzgarın boşluğunda üfürdüğü rutubetli ve gizli mağaralarıyla insana böyle karanlık bir yerde sadece aklın almayacağı zalimlikler yapan insanların yaşamış olacağını düşünüyor. Dehşet kalenin yıkılmış kulelerinin üzerine çökmüş ziyaretçileri bekliyor. Karpat dağları üzerindeki bu Ortaçağ şatosu karanlık köşelerinde beliriveren hayaletleriyle ünlü. Bunlardan biri de Kazıklı Voyvoda’nın karısı. Genç kadın Osmanlıya esir düşmemek için kendini kalenin burçlarından aşağı bırakmış. Kazıklının sevgili karısının hayaleti, Transilvanya Alplerinin sisli doruklarına bakan o derin uçurumun dibinde hala kocasının gelip kendisini kurtarmasını bekliyor.
Braşov’daki Bran Şatosu ise hem ülkenin en turistik yeri, hem de Bram Stoker’ı Drakula’yı yazmadan önce etkileyen yerlerden biri. Güney Karpat dağları üzerindeki bu Ortaçağ şatosu loş odalarını mesken tutmuş hayaletleriyle nam salmış. Şatodan çıkarken titremek ise sadece korkunun yan etkisi.
Bana korkularını söyle, sana tatilini söyleyeyim
Ne de olsa bir zamanlar hepimiz çocuktuk. Uykudan önce masallar dinler ve karanlıktan korkmamaya çalışırdık. Aslında Kırmızı Başlıklı Kız’dan ya da Uyuyan Güzel’den hiçbir farkımız yok. Hepimizin içinde esrarengiz şeyleri merak eden bir çocuk yaşıyor, karanlık ormanın derinlerinde veya kasvetli şatonun yıllardır kapalı kalmış odalarında neler olduğunu merak edip duruyor. İşte dünya üzerinde hala gizemini koruyan yerlerden bazıları:
Chillingham Kalesi (Northumberland, İngiltere): Kadın ve çocuklardan oluşan İskoç mahkumların ruhları hala kalenin zindanlarında dolaşıyor. Ayrıca gözünü kırpmadan mahkumları öldüren korkunç John Sage’in hayaletiyle Büyük Salon’da karşılaşanlar var.
Rasnov Hisarı (Rasnov, Transilvanya): Korku Kalesi olarak da bilinen hisar, 13’üncü yüzyılda Karpat Dağları’ndaki kayalık bir tepeye yapılmış. 1623’de burada esir tutulan iki Türk askeri serbest bırakılmaları karşılığında 146 metre derinliğinde bir kayanın üzerine kurulmuş olan kaleye bir su kuyusu açmayı kabul etmişler. Kuyuyu açmak 17 senelerini almış ve sonra neler olduğunu bilmiyoruz. Ama son yıllarda yapılan kazılarda kuyunun içinde insan kemikleri bulundu. Kale bölgede yaşayan halk tarafından uğursuz ve hayaletli kabul ediliyor. Muncaster Kalesi (Cumbria, İngiltere): Britanya’nın en hayaletli kalelerinden olan bu yer 1992 yılından beri bilim insanlarının aklını karıştırıyor. Nedensiz yere açılıp kapanan kapılar, koridorlarda dolaşan ayak sesleri ve kimse dokunmadığı halde dönen kapı tokmakları, 1200 yılında yapılan bu kalede bir hayaletin yaşadığının kanıtları.
Marco Polo’nun evi (Venedik): Yakın zamanda yapılan bir restorasyon sırasında evin tabanında Asyalı bir kadına ait olduğu düşünülen bir iskelete rastlanmış. Oryantal kıyafetlerle ve takılarla gömülen bu kadının başının üzerindeki değerli taçta kadının kimliğini ortaya seren bir arma varmış: Kubilay Han’ın imparatorluk arması. Polo’ya kalbini kaptırıp buralara kadar gelen güzel prensesin Kubilay Han’ın kızı olduğu düşünülüyor ve geceleri evini özleyen ölü prensesin şarkılarının tüm sokakta yankılandığı söyleniyor.
Lilova Sokağı (Prag, Eski Şehir): Prag’ın en karanlık sokaklarından bir olan Lilova’da her gece beyaz bir atın üzerinde başsız bir şövalye beliriyor. Şövalyenin üzerindeki kırmızı haçlı beyaz tunik onun bir Tapınak Şövalyesi olduğunun kanıtı. Söylentiye göre şövalyenin üzerindeki bu laneti ancak atı durdurup şövalyeyi kendi kılıcıyla öldüren kişi kaldırabilir. Kim bilir belki o kişi siz olabilirsiniz.
Londra Kulesi (Londra, İngiltere): İdamlar, cinayetler ve işkencelerle dolu uzun bir tarihi olan kulenin hayaletlerle dolup taşıyor olması şaşırtıcı değil. Buraya gidip de VIII. Henry’nin başını uçurttuğu karısı ve Kraliçe Elizabeth’in annesi Anne Boleyn’in başsız hayaletini görmeden dönmek olmaz.
Ballygally Kalesi (Ballygally Körfezi, İrlanda): Kocası James Shaw tarafından bir odaya kapatılıp ölüme terk edilen Leydi İsobel Shaw’un hayaletinin kapıları tıklatıp ortadan kaybolmak gibi bir huyu var. Oyun oynamayı seven bir hanımefendi olmalı.
Hayaletli Oteller
Kaleleri, hisarları, mezarlıkları, yeraltı tünellerini gezdiniz gördünüz. Şimdi de hayaletli bir malikanede geceyi geçirmek istiyorsunuz.
Grand Hotel Villa di Corliano (Terme, İtalya): Güzelliği dillere destan Teresa della Seta Boca Gaetani’nin hayaleti, bir zamanlar asilzadelerin yaşadığı bu otelin koridorlarında beliriyor. Hayalet arada sırada halıları yerinden oynatıyor, kapıları tıklatıyor ve pencereleri açıyor.
Littlecode House Hotel (Hungarford, Berkshire, İngiltere): 13’üncü yüzyıldan kalma bir malikaneden devşirilen otelin 188 odası var. Otelde bebeği alevlere atılarak öldürülen bir kadının hayaleti kol geziyor.
Moleswarth Arms Hotel (Cornwall, İngiltere): 16’inci yüzyıldan kalma bu otelde zaman zaman önünde başsız bir arabacının oturduğu ve dört atın çektiği bir arabanın hayaleti dolaşıyor.
Leslie Kalesi (Glaslough, İrlanda): Dublin’in hemen dışındaki bu kalenin Paul McCartney’le Heather Mills’in düğününe ev sahipliği etmesi olması dışında korkunç bir tarafı daha var. Leslie ailesinin hayatını kaybeden üyeleri, kaleyi inatla terk etmeme gibi bir huy edinmişler. Hatta köpeklerinin ruhları bile kalede yaşamaya devam ediyor.
Hayalet avcıları için öneriler
Hayalet avına asla yalnız çıkmayın. Ruh sağlığınız için yanınıza bir arkadaş alın
Çantanızda video kamera ya da fotoğraf makinesi bulundurun. Hepsinin şarjının dolu olmasına dikkat edin. Yedek pil götürmenizde fayda var. Hayaletlerin şarjı emdikleri ve çabuk bitmesine yol açtıkları söyleniyor.
Hayaletli olduğu söylenen mekana adım atar atmaz deliler gibi fotoğraf çekmeye başlamayın. Hayalete size alışması için biraz zaman tanıyın.
Girdiğiniz mekanı iyi tanıyın. Hava kararmadan önce içeriye girip etrafı gezin
Bu bir oyun değil. Hayaletlere yaşayanlara gösterdiğiniz saygıyı gösterin.
Yanınıza defter kalem alın ve yaşanan olayları not edin. Önce tarihi ve hava durumunu yazmanızda yarar var. Her türlü tuhaf olayı, garip sesleri, görüntüleri ve hissettiğiniz duyguları not edin.
Korktuğunuzu belli etmeyin. Kötü niyetli hayaletler korkuyla beslenir.
Hayaletli bir mekanda olduğunuzun belirtileri
Hava sıcaklığında ani bir düşüş
Kaynağı belirsiz gölgeler
İzlendiğini hissetme
Vücudun her hangi bir yerinde (genelde kollar) yanma hissi
Yüzünüze dokunuluyormuş gibi hafif bir his
Kıyafetlerini çekiştiriliyormuş gibi ağırlaşması