31 Temmuz 2007 Salı

Soğuk Yaz Sona Ermeden Önce…


‘Yedinci Mühür,’ ‘Yaban Çilekleri’ ve ‘Persona’ filmleriyle sinema dünyasına alışılmadık sahneler katan yönetmen Ingmar Bergman hayatını kaybetti. İsveç doğumlu 89 yaşındaki Bergman modern sinemanın en usta yönetmenlerinden biriydi.

İsveç’e özgü bir ışık vardır. Soğuk, puslu güneşin altında uzanan kül rengi topraklardan yansıyan donuk bir ışıktır bu. Isısını kaybetmiş bir ceset gibi insanın içini ürpertir, ama çıplaklığı ve keskinliğinde teşhirci bir ton vardır; insanı yaklaşmaya, daha yakından bakmaya, var oluşunu paylaşmaya zorlar. Günle gece arasındaki zamanın aylar sürdüğü İskandinavya’da kendine özgü soluk, kış güneşiyle doğan Ingmar Bergman’ın sinemaya vurduğu aynı donuk ışık artık yerini sonsuz bir geceye bıraktı. Filmlerinde ışıkla karanlık, siyahla beyaz arasında ölümcül bir şiir dokuyan usta yönetmen 89 yılın ardından hayata ve sinemaya gözlerini kapadı.
Ingmar Bergman 1918 yılında soğuk bir yaz günü dünyaya gelmişti. Dini imgelerin ve tartışmaların öne çıktığı bir evde büyümüş, terbiye edilmek için karanlık odalara kapatılmış ve hayatı boyunca Tanrı’yı sorgulamıştı. Film, onun için bir rüya olmanın yanı sıra hislerin yolundan giden ve ruhun karanlık odalarına inen bir araçtı.
Bergman’ın sinemasının seyirciyi rahatsız edici, mahrem hislerle yakınlaştıran bir hastalık tutkusu vardır. Sekiz yaşında inancını kaybeden Bergman’ın dünyasında Tanrı’nın var olup olmadığı sorusu en büyük gizemlerden biridir ve hemen hemen her filminde hastalık temasını kullanarak bu soruya cevap aramıştır. Soğuk, araştırıcı ışığı, incecik sipsivri bir neşter gibi insanın ham bedenini keser ve ruhunun katmanlarından kolayca içeri dalar. Rahatsız edici hislerin kötü bir yarayı andırdığı, sessizce çığlık atan yüzler Bergmanesk dünyanın ikonlarıdır. ‘Yaban Çilekleri’nde yaşlı adamın adeta içine nüfuz edilmesine izin verircesine hareket eden yüz ifadeleri Bergman’ın daha sonra çektiği, ‘The Virgin Spring,’ ‘Through a Glass Darkly’ ve ‘Persona’ gibi filmlerinde acımazsızca, yakın plan yüz çekimleri yapmasına neden olmuştur. Bu uzun ve neredeyse utanç verici yakın çekimlerde insan yüzünün bir anda nasıl da anlamsızlaşabildiğine ve kişisel bir boşluğa dönüşümüne tanık oluruz.

Yaban Çileği Bahçesi

Ellinin üzerinde film yazıp yöneten, birçok ödül alan ve Woody Allen, Steven Spielberg ve Andrei Tarkovsky gibi yönetmenlerin esin kaynağı olan Ingmar Bergman son filmi olduğunu söylediği Fanny ve Alexander’ın ardından Farao adasındaki evine çekilmiş, televizyon ve tiyatro çalışmalarına devam etmişti. O İsveçlilerin gizli anıları ve saklı hazineleri için kullandıkları bir deyimde olduğu gibi, sinema dünyasının “bir orman yürüyüşünde aniden karşınıza çıkıveren yaban çileği bahçesi”ydi.

11 Temmuz 2007 Çarşamba

Hayalet Dalgalar


Uzakdoğu’nun karanlık nesnesi

Tsunamiler sinsidir. Derin denizlerde fark edilemeyecek kadar sakin ve küçük olan dalgalar hiç uyarmadan yaklaşır ve dakikalar içinde sudan devasa bir duvara dönüşerek büyük kıyı şehirlerini yerle bir ederler. Kaderin karanlık, tuhaf, intikam ateşiyle yanan ve zalim bir oyunundan farksızdırlar.

Gözlerinizi kapatın ve beşe kadar sayın. Bir katilin iç dünyasına girmek üzeresiniz. Orada dehşet verici, kanlı ve aykırı şeyler görmekse umudunuz, boşuna beklemeyin. Bu katilin sağır ve dilsiz renk paletinde etkin olan tema, sadelik. Bir hipnoz seansı gibi ilerleyen filmde şiddet bu sükuneti bozsa da melankoli her sahnede ağır basıyor. Gölgeler ve çamaşır gibi güverte demirine asılmış bebekler gizemli, gerçeküstü ve büyüleyici bir dünyada tuhaf şekiller oluşturuyor. Ve dingin bir suyu andıran sinema perdesi yavaş yavaş dalgalanmaya, büyük bir tsunamiye dönüşmeye başlıyor.
Ama her şeyden önce son bir yemek için vakit var. Macau’da bir Japon restoranında aşçılık yapan Kyoji aynı zamanda patronunun karısı olan sevgilisi Seiko için harika bir yemek hazırlıyor. Kadın Kyoji’nin öpücüklerinden değil de, yemeğe karıştırdığı zehirden öldüğünde bu yetenekli aşçının cinayeti patronunun isteği üzerine işlediğini öğreniyoruz. Ve Kyoji o gece patronunun isteğiyle Tayland’a giden bir yolcu gemisiyle denize açılıyor.

Yokedilmiş Cennet

Bu gemide başınıza gelebilecek en iyi şey deniz tutması olabilir. Arada bir esrarengiz bir şekilde duman çıkartan gürültülü bir makinenin hemen yanında dolap kadar bir odaya yerleşen Kyoji için her şey daha ilk dakikadan ters gitmeye başlıyor. Kafkaesk bir yönünü kaybetmişlik ve gerçeküstü bir çarpıklık var denizin ortasındaki bu yüzen adada. Hissizleşen Kyoji’nin denizin ardında onu bekleyen kabusu görmesi imkansız. Tıpkı geminin barındaki akvaryumda yüzen köpekbalıklarını andırıyor ve akvaryumun camındaki kan lekelerine rağmen kör bir cahillikle kaderine doğru yüzmeye devam ediyor. Gemide Noi adlı Koreli bir kız ve onun bebeğiyle karşılaşan Kyoji kısa zamanda bebeğin babası gibi davranmaya başlıyor ve Noi’nin peşiden tsunami sonrası Phuket’inde gemiden ayrılıyor. Kamera ucuz otel odalarında ve içinde fahişelerin dans ettiği zevksiz karaokeli havuzlarda dolaşırken Phuket’in karanlığı Kyoji’yi gelip buluyor. Ve açık denizlerde küçük kıpırdanmaları andıran tehlike sinyalleri karaya vardıklarında genç adamın hayatını alt üst edecek bir tsunamiye dönüşüyor.
Dalgalar geri çekildiğinde geriye ne kalır? Berlin Film Festivali’nde premiyerini yapan, Bankong ve Toronto Festivalleri’nde gösterilen Hayalet Dalgalar, sizi tsunaminin ardında bıraktığı bir suçluluk duygusuyla yüzleştirecek.