“Gözler ruhun pencereleridir,” diye yazmış Cormack McCarthy romanında. Coen kardeşlerin sözü geçen romandan aynı isimle beyazperdeye uyarladıkları “İhtiyarlara Yer Yok”ta, sıklıkla camların kırıldığını ve ruhun pencerelerine delikler açıldığını görüyoruz. Bazen bununla da kalınmıyor ve insanların alınlarının ortasına kapılar açılıyor.
Ama pencereler ve kapılar açılmadan önce film 80’li yılların başında, Teksas’ta bir kasabanın şerifini canlandıran Tommy Lee Jones’un sesiyle açılıyor. Kendini yaşlı hisseden adam bize, karşısına çıkan şiddetin boyutlarını artık anlayamadığını ve korkmamasına rağmen çıkıp akıl erdiremediği bir kötülükle savaşmak istemediğini itiraf ediyor. İnsan doğasının değiştiğine şahit olmuş; insanların şiddete bağımlı hale gelmesi onu ürkütmüş. Javier Bardem’in canlandırdığı soluk kesici katil Anton Chigurh teknolojinin mutasyona uğrattığı böyle bir kötülüğü simgeliyor. Gaz tankından devşirme hava basınçlı bir silah ve susturucusu olan bir pompalı tüfek kullanıyor. Daha filmin ilk dakikasında işlediği cinayetten aldığı hazzı gözlerinden okumak mümkün. Sadece bir ihtiyacını gideriyor gibi; rahatlıyor, zevk alıyor.
Filmin öteki erkeği Llweleyn Moss ise öldürme zevkini Rio Grande yakınlarında antilop avlayarak tatmin ederken yaralı bir pittbula rastlıyor. Hayvan topallayarak uzaklaşsa da, fazla merak kediyi öldürür lafını bilmeyen Moss gözünü karartıp onun geldiği yere gidiyor ve uyuşturucu sevkıyatı sırasında çıkmış bir katliamın hemen yakınlarında, içi iki milyon dolarla dolu bir çanta buluyor. Parayı alıp kaçan adam gördüğü ilk pittbullun verdiği mesajı duymamış olmalı: Açlığını gidermek için avlanan kurtların devri çoktan sona erdi ve Vahşi Batı’nın usta silahşörleri emekliye ayrıldı. Artık modern dünyanın genleriyle oynanmış canavar köpekleri, sadece öldürmekten zevk alan pittbullar koşuyor Rio Grande’nin düzlüklerinde ve onları durdurmak imkansız.
Moss, koku salan bir antilop gibi sinyal veren para dolu çantayla beraber kaçmaya başladığı andan itibaren bir ava dönüşüyor. Üstün bir köpeğinkini andıran parlak, düz, kahverengi saçlarıyla Anton Chigurh ise koklayarak avını bulan bir pittbull gibi para dolu çantadan gelen sinyali takip etmeye başlıyor. Ve ruhun pencereleri teker teker açılıyor.
Antika değerler
Film boyunca sıkılan kurşunların camları indirdiğine şahit oluyoruz. Gözler ruhun pencereleriyse filmdeki kullanımları oldukça akıllıca. Gördüklerimizin çoğu motel penceresi. Bu da demek oluyor ki, gözlerin ardındaki durum oldukça vahim. Anton Chigurh’un öldürdüğü karakterlerin motel odaları kadar küçük, benzer ve beş para etmez ruhları olmalı. O da zaten kurbanlarını böyle görüyor; tek kullanımlık, harcanabilir insanlar. Ama tıpkı motel odaların duvarındaki tablolar gibi aslında her ruhun kendine özgü ve göreceli güzellikleri olabilir. Onları kullanamayız ama seyredebilir, sergileyebiliriz. Anton'un yazı tura atmak için kullandığı 1958'den kalma para gibi, ya da eski günlere özlem duyan ve kendini işe yaramaz hisseden şerif gibi. Zaten filmde de Anton’un korkup saklandığı tek insan o.
Konu camlardan açılmışken, filmdeki en önemli camın televizyon ekranı olduğunu söylemek lazım. Şerif, Anton ve Moss’u farklı sahnelerde aynı televizyon ekranının önünde görüyoruz. Üçü de aynı katliamı görmüşlerdi ve üçü de şimdi birbirinin ne yapacağını tahmin etmeye çalışıyor. Bunu televizyona bakarak düşünmeleri ilginç tabii. Ne olsa bütün kötülükleri öğrendiğimiz yer televizyon değil mi? Hem de çocukluğumuzda itibaren? Anton’un ekrana bakıp küçük bir çocuk gibi süt içmesi de bu teoriyi destekliyor.
Filmin sonunda evin önünden geçen bisikletlerinin tekerlekleri, “biraz bekleyin hikaye az sonra başa dönecek” dercesine fıldır fıldır dönüyorlar. En başta gördüğümüz tek başına sonsuzluğa doğru topallayan yaralı pittbull boşuna değil. Filmin zaten bir sonu yok. Başkalarının camlarını parçalayan, kapılarına delikler açan, kendisiyse buzlu camların ardından bir karaltı olarak gelip geçen Anton Chiurgh son sahnede yaralanmış, mızıldayan bir köpek gibi tüm kusurlarıyla yürüyerek sonsuzluğa doğru uzaklaşıyor. Öldürmeye devam edeceğini biliyoruz. Çünkü kötülük her zaman bir öncekinden daha güçlü olarak geri döner.
Ama pencereler ve kapılar açılmadan önce film 80’li yılların başında, Teksas’ta bir kasabanın şerifini canlandıran Tommy Lee Jones’un sesiyle açılıyor. Kendini yaşlı hisseden adam bize, karşısına çıkan şiddetin boyutlarını artık anlayamadığını ve korkmamasına rağmen çıkıp akıl erdiremediği bir kötülükle savaşmak istemediğini itiraf ediyor. İnsan doğasının değiştiğine şahit olmuş; insanların şiddete bağımlı hale gelmesi onu ürkütmüş. Javier Bardem’in canlandırdığı soluk kesici katil Anton Chigurh teknolojinin mutasyona uğrattığı böyle bir kötülüğü simgeliyor. Gaz tankından devşirme hava basınçlı bir silah ve susturucusu olan bir pompalı tüfek kullanıyor. Daha filmin ilk dakikasında işlediği cinayetten aldığı hazzı gözlerinden okumak mümkün. Sadece bir ihtiyacını gideriyor gibi; rahatlıyor, zevk alıyor.
Filmin öteki erkeği Llweleyn Moss ise öldürme zevkini Rio Grande yakınlarında antilop avlayarak tatmin ederken yaralı bir pittbula rastlıyor. Hayvan topallayarak uzaklaşsa da, fazla merak kediyi öldürür lafını bilmeyen Moss gözünü karartıp onun geldiği yere gidiyor ve uyuşturucu sevkıyatı sırasında çıkmış bir katliamın hemen yakınlarında, içi iki milyon dolarla dolu bir çanta buluyor. Parayı alıp kaçan adam gördüğü ilk pittbullun verdiği mesajı duymamış olmalı: Açlığını gidermek için avlanan kurtların devri çoktan sona erdi ve Vahşi Batı’nın usta silahşörleri emekliye ayrıldı. Artık modern dünyanın genleriyle oynanmış canavar köpekleri, sadece öldürmekten zevk alan pittbullar koşuyor Rio Grande’nin düzlüklerinde ve onları durdurmak imkansız.
Moss, koku salan bir antilop gibi sinyal veren para dolu çantayla beraber kaçmaya başladığı andan itibaren bir ava dönüşüyor. Üstün bir köpeğinkini andıran parlak, düz, kahverengi saçlarıyla Anton Chigurh ise koklayarak avını bulan bir pittbull gibi para dolu çantadan gelen sinyali takip etmeye başlıyor. Ve ruhun pencereleri teker teker açılıyor.
Antika değerler
Film boyunca sıkılan kurşunların camları indirdiğine şahit oluyoruz. Gözler ruhun pencereleriyse filmdeki kullanımları oldukça akıllıca. Gördüklerimizin çoğu motel penceresi. Bu da demek oluyor ki, gözlerin ardındaki durum oldukça vahim. Anton Chigurh’un öldürdüğü karakterlerin motel odaları kadar küçük, benzer ve beş para etmez ruhları olmalı. O da zaten kurbanlarını böyle görüyor; tek kullanımlık, harcanabilir insanlar. Ama tıpkı motel odaların duvarındaki tablolar gibi aslında her ruhun kendine özgü ve göreceli güzellikleri olabilir. Onları kullanamayız ama seyredebilir, sergileyebiliriz. Anton'un yazı tura atmak için kullandığı 1958'den kalma para gibi, ya da eski günlere özlem duyan ve kendini işe yaramaz hisseden şerif gibi. Zaten filmde de Anton’un korkup saklandığı tek insan o.
Konu camlardan açılmışken, filmdeki en önemli camın televizyon ekranı olduğunu söylemek lazım. Şerif, Anton ve Moss’u farklı sahnelerde aynı televizyon ekranının önünde görüyoruz. Üçü de aynı katliamı görmüşlerdi ve üçü de şimdi birbirinin ne yapacağını tahmin etmeye çalışıyor. Bunu televizyona bakarak düşünmeleri ilginç tabii. Ne olsa bütün kötülükleri öğrendiğimiz yer televizyon değil mi? Hem de çocukluğumuzda itibaren? Anton’un ekrana bakıp küçük bir çocuk gibi süt içmesi de bu teoriyi destekliyor.
Filmin sonunda evin önünden geçen bisikletlerinin tekerlekleri, “biraz bekleyin hikaye az sonra başa dönecek” dercesine fıldır fıldır dönüyorlar. En başta gördüğümüz tek başına sonsuzluğa doğru topallayan yaralı pittbull boşuna değil. Filmin zaten bir sonu yok. Başkalarının camlarını parçalayan, kapılarına delikler açan, kendisiyse buzlu camların ardından bir karaltı olarak gelip geçen Anton Chiurgh son sahnede yaralanmış, mızıldayan bir köpek gibi tüm kusurlarıyla yürüyerek sonsuzluğa doğru uzaklaşıyor. Öldürmeye devam edeceğini biliyoruz. Çünkü kötülük her zaman bir öncekinden daha güçlü olarak geri döner.