Matrix’in yaratıcıları Wachowski kardeşler son filmlerinde çizgi roman dünyasını beyazperdeye taşıyorlar.
Gözleri yakacak kadar mavi gökler, güneşi yutacak kadar sıcak çöller, şeker paketlerine sarınmış gezinen insanlar ve yarış arabaları. Ama onlara araba demek de mümkün değil, çünkü Matrix serisiyle beyinlerimizde bir devrim gerçekleştiren Wachowski kardeşlerin son filmi ‘Hızlı Yarışçı’da arabalar da diğer her şey gibi dijital ortamda yaratılmış. 1960’larda Japonya’da basılan bir çizgi romandan uyarlanan filmin görüntüleri Beatles’ın ‘Lucy in the Sky with Diamonds’ şarkısını hatırlatan gökkuşağı renklerine sahip olsa da, konusuyla beraber bir bütün olarak düşündüğümde benim aklıma sadece üç milyon yıl önce yaşamış, iki ayağı üzerinde duran ünlü maymun Lucy’den başka bir şey gelmiyor. Çünkü ‘Hızlı Yarışçı’nın gelecekte geçen hikayesi nostaljik olmaktansa paleoantolojik zamanlardan kalma bir eğlence anlayışına sahip. Bunun üstüne bir de hız, güç ve gürültü eklendiğinde ancak bir maymunu, belki bir de on yaşından küçük bir çocuğu - koltuğunda zıplatacak kadar - eğlendirebilirsiniz.
Wachowski kardeşlerin “motorlu kung fu” ya da “car fu” (araba fu) olarak nitelendirdikleri filmlerinin başkahramanı, adı Speed (Hız) soyadıysa Racer (Yarışçı) olan gözü kara bir araba yarışçısı. Ona bu adı takan anne ve babanın oğullarının büyüdüğünde belki de istiridye toplayıcısı olmak isteyip istemeyeceğini düşünmemiş olmaları kişilikleri hakkında bir fikir edinmemizi sağlıyor. Anne Racer (Susan Sarandon) evinin garajında yarış arabaları yapan Baba Racer’ın (John Goodman) asistanlığını yapıyor ve bir şampiyon olan ağabeyi Rex yarış sırasında hayatını kaybettiğinde direksiyona geçme sırası Speed’e (Emile Hirsch) geliyor. Racer ismini korumak için Speed filmin ilk dakikalarında kendini yarış pistine atıyor ve gökkuşağından nehirler tüm sahneyi sele boğarken parkurda savrulup rakiplerinin üstünden, altından, her yerinden sıyrılıp geçerek ağabeyinin rekorlarını kırmaya çalışıyor. Pistin üzerinde helikopteriyle dolaşan Trixie’yle (Christina Ricci) ve yarışın entrikalı dünyasıyla tanışması fazla zamanını almıyor. Artık ailesini ve ismini korumasının tek yolu şike yapanları kendi oyunlarında yenmek için Grand Prix’i kazanmak. Gözünüzün muhtemelen şu ana kadar gördüğü en şaşalı sahneler bunlar – tabii daha önce hiç diskoya gitmediyseniz.
Rengârenk delik
İnsanın evrimleşmesi milyonlarca yıl sürmüştü. Fakat çocuklukla yetişkinlik arasındaki süreç hala insanı maymuna çeviren kara deliklerle dolu. Her şey bir yana ‘Hızlı Yarışçı’ bu kara deliklerden – daha doğrusu renkli deliklerden- birinde çekilmiş gibi duruyor. Filmde ortaya çıkan maymunun ve çocuğun bu geri dönüşü simgelediği açık. On yaşındaki bir çocuk bu renk şelaleleri, hız düzlükleri ve gürültü dağları altında kaldığında konuşamayacak kadar mutlu olabilir. Ama en azından yirmi beş yaş üstü seyirci için bir uyarı işareti koyulmalıydı.
Gözleri yakacak kadar mavi gökler, güneşi yutacak kadar sıcak çöller, şeker paketlerine sarınmış gezinen insanlar ve yarış arabaları. Ama onlara araba demek de mümkün değil, çünkü Matrix serisiyle beyinlerimizde bir devrim gerçekleştiren Wachowski kardeşlerin son filmi ‘Hızlı Yarışçı’da arabalar da diğer her şey gibi dijital ortamda yaratılmış. 1960’larda Japonya’da basılan bir çizgi romandan uyarlanan filmin görüntüleri Beatles’ın ‘Lucy in the Sky with Diamonds’ şarkısını hatırlatan gökkuşağı renklerine sahip olsa da, konusuyla beraber bir bütün olarak düşündüğümde benim aklıma sadece üç milyon yıl önce yaşamış, iki ayağı üzerinde duran ünlü maymun Lucy’den başka bir şey gelmiyor. Çünkü ‘Hızlı Yarışçı’nın gelecekte geçen hikayesi nostaljik olmaktansa paleoantolojik zamanlardan kalma bir eğlence anlayışına sahip. Bunun üstüne bir de hız, güç ve gürültü eklendiğinde ancak bir maymunu, belki bir de on yaşından küçük bir çocuğu - koltuğunda zıplatacak kadar - eğlendirebilirsiniz.
Wachowski kardeşlerin “motorlu kung fu” ya da “car fu” (araba fu) olarak nitelendirdikleri filmlerinin başkahramanı, adı Speed (Hız) soyadıysa Racer (Yarışçı) olan gözü kara bir araba yarışçısı. Ona bu adı takan anne ve babanın oğullarının büyüdüğünde belki de istiridye toplayıcısı olmak isteyip istemeyeceğini düşünmemiş olmaları kişilikleri hakkında bir fikir edinmemizi sağlıyor. Anne Racer (Susan Sarandon) evinin garajında yarış arabaları yapan Baba Racer’ın (John Goodman) asistanlığını yapıyor ve bir şampiyon olan ağabeyi Rex yarış sırasında hayatını kaybettiğinde direksiyona geçme sırası Speed’e (Emile Hirsch) geliyor. Racer ismini korumak için Speed filmin ilk dakikalarında kendini yarış pistine atıyor ve gökkuşağından nehirler tüm sahneyi sele boğarken parkurda savrulup rakiplerinin üstünden, altından, her yerinden sıyrılıp geçerek ağabeyinin rekorlarını kırmaya çalışıyor. Pistin üzerinde helikopteriyle dolaşan Trixie’yle (Christina Ricci) ve yarışın entrikalı dünyasıyla tanışması fazla zamanını almıyor. Artık ailesini ve ismini korumasının tek yolu şike yapanları kendi oyunlarında yenmek için Grand Prix’i kazanmak. Gözünüzün muhtemelen şu ana kadar gördüğü en şaşalı sahneler bunlar – tabii daha önce hiç diskoya gitmediyseniz.
Rengârenk delik
İnsanın evrimleşmesi milyonlarca yıl sürmüştü. Fakat çocuklukla yetişkinlik arasındaki süreç hala insanı maymuna çeviren kara deliklerle dolu. Her şey bir yana ‘Hızlı Yarışçı’ bu kara deliklerden – daha doğrusu renkli deliklerden- birinde çekilmiş gibi duruyor. Filmde ortaya çıkan maymunun ve çocuğun bu geri dönüşü simgelediği açık. On yaşındaki bir çocuk bu renk şelaleleri, hız düzlükleri ve gürültü dağları altında kaldığında konuşamayacak kadar mutlu olabilir. Ama en azından yirmi beş yaş üstü seyirci için bir uyarı işareti koyulmalıydı.