25 Mart 2008 Salı

Kalpazanlar : Benim de bir Yahudim var!


En iyi yabancı film Oscar’ını kazanan ‘Kalpazanlar’ II. Dünya Savaşı yıllarında geçen iki taraflı bir kahramanlık öyküsü

Tarihin laneti mi, yoksa sanatın kutsaması mı bilinmez, Alman toplama kamplarında geçen filmler Avrupa sinemasının doğurmaya doymadığı bir tür halini aldı. Büyükbabasıyla büyükannesi bir Nazi sempatizanı olan yönetmen Ruzowitsky’nin ‘Kalpazanlar’ı Alman toplama kamplarından kurtulmayı başaran bir grup Yahudi’nin öyküsünü anlatıyor. Ve şöyle bir soru soruyor: Kahraman dediğimiz kişi kendisini ve arkadaşlarını kurtarmak için düşmanını besleyip büyüten midir, yoksa düşmanını yok etmek uğruna kendisiyle beraber arkadaşlarını da ölüme götüren mi?
Bütün bu sorulardan önce film, savaşın sona erdiği yıl Monte Carlo’da açılıyor. Bir adamın elinde içi para dolu bir çantayla kumsaldan uzaklaşıp bir kumarhaneye girdiğini görüyoruz. Gecenin sonlarına doğru adamın kolundaki Yahudi damgası ortaya çıkıyor ve bu işaret bizi geçmişe, savaşın başladığı yıllara götürüyor. Kumarbazın eskiden zevk ve sefa düşkünü büyük kalpazan Solomon –Sally - Sorowitsch olduğunu öğreniyoruz. Ancak hem Yahudi hem de suçlu olan bu adam yakalanıp toplama kamplarına gönderiliyor. Bir süre SS subaylarının resimlerini yaparak hayatta kalan Sally, çok yakında Sachsenhausen kampına transfer edileceğini öğreniyor. Onu bekleyen yer bir atölye ve burada Almanlar “Bernhard Operasyonu” adı altında İngiliz sterlini ya da Amerikan doları basıp bu iki ülkenin ekonomisini çökertmeyi amaçlıyorlar. Sally, her gün belki yüzlercesi öldürülen öteki Yahudilerden tahta perdeyle ayrılmış bir kısımda, grafikerler ve baskıcılardan toplanmış temiz ve sağlıklı bir grup Yahudi’yle beraber kimsenin gerçeğinden ayırt edemediği sterlinler basıyor. Fakat iş dolara geldiğinde ekipteki öteki arkadaşı Burger buna daha fazla dayanamayacağını söyleyerek işlemi sabote etmeye başlıyor. Bir gün daha yaşamak uğruna bu savaşta Nazilerin tarafında daha fazla çalışmak istemiyor.

Kim olursan ol, bir taraf seç

Kaput adlı kitabında insan doğasının yüz karartıcı gerçeklerini kelimelere dökerek II. Dünya Savaşı’ndaki Avrupa’nın freskini gözler önüne seren İtalyan romancı Malaparte, sokaklarda “Benim de bir zencim var,” diyerek dolaşan fakir İtalyan çocuklarının rahatsız edici mutluluğunu, alınıp satıldıkları halde genelevlerde, barlarda gezen siyahi askerlerin ironik öyküsünü anlatır. Bu açıdan bakıldığında Ruzowitsky’nin gerçek bir öyküye dayanan ‘Kalpazanlar’ı tam da Malaparte’nin “zencilerini” andırıyor. Sıcak banyo, yumuşak yastıklar ve hayatta kalmak uğruna Almanlar adına çalışan bir grup Yahudi, bize aynı anda hem zulüm görmüş ve boyun eğdirilmiş, hem de değer gören köleler olarak sunuluyorlar. Onlar hem dostlar, hem de düşman. Hem hürler, hem de köle…

Hiç yorum yok: