30 Haziran 2007 Cumartesi

Ciao! Edie - Fabrika’daki siyah çoraplı kız

Edie Sedgwick kısacık, meçli saçlarıyla öksüz bir çocuğu andırıyordu ama Andy Warhol’dan Bob Dylan’a 60’larda yaşamış birçok ünlü isim için kanatlarını çırpmış pırıltılı bir esin perisiydi. 28 yaşında intihar eden Pop-Art kızının hayatını şu günlerde vizyona giren Edie adlı filmde izleyebilirsiniz. Fakat gökten düşmüş bu meleği tanımak için öncelikle onun dilini öğrenmelisiniz.

Sanki yirmi yıl boyunca kar yağmıştı ve Edie bembeyaz bir dünyanın içine açmış sapsarı bir çiçekti. Soyu İngiltere kraliçesine uzanan köklü ve varlıklı bir aileden geliyordu. Yatılı okullarda okumuş, rehabilitasyon merkezlerinde yatmış, Harvard’dan Warhol’un Fabrikası’na kadar her yerde bulunmuş ve “çılgın gençlik” denilen sanatçı hareketinin simgesi olmuştu. Siyah göz sürmeleri, koyu renk saçlarındaki platin meçler, avizeyi andıran küpeler, beyaz mink bir paltonun altından görünen siyah külotlu çoraplı çırpı gibi bacaklarla Edie bir moda ikonuydu. Ama belki de onu başkaları için anlamlı kılan şey kendini yok etme konusundaki yoğun arzusuydu.
Kahin olmaya gerek yok, doktorlar bile Edie’nin doğmaması gerektiğini önceden söylemişlerdi. Babası Francis Minturn “Duke” Sedgwick doktorların çocuk sahibi olmaması gerektiğini söyledikleri bir ruh hastasıydı. Ancak zenginler kendilerine ne yapmaları gerektiğinin söylenmesinden hoşlanmazlar ve Sedywick’ler çok ama çok zenginlerdi ve bu tavsiyeye sekiz çocuk yaparak cevap vermişlerdi. İki oğul genç yaşta ölmüştü – Minty 26. doğum gününden önce kendini asmıştı, Bobby ise Yılbaşı gecesi Harley Davidson’ını bir otobüse doğru sürmüştü. Edie’nin babası hiçbir tanıma sığmayacak kadar korkunçtu. Karısının arkadaşlarını, çocuklarının arkadaşlarını ve Edie’nin söylediğine göre kendisini bile taciz ediyordu. Edie Harvard’a gitmek için California’dan ayrıldığında çoktan akıl hastanelerinde yatmış, anoreksia tedavisi görmüş ve kürtaj olmuştu.
Ama Edie harikuladeydi. Porselen bir bebek kadar bembeyaz bir teni vardı ve Harvard’daki bütün züppe erkekler irileşmiş gözbebekleriyle karanlığın içinden bakan bu kanadı kırık meleği kendi lanetinden kurtarmak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Ancak o öteki kızlar gibi değildi. Sevgililerinin aileleriyle tanışmaya gittiğinde masadan kalkıp çimenlerin üzerinde yürüyor ve üzerindekileri çıkartıp öylece sere serpe güneşlenebiliyordu.

Seni hayal ederdim, hayal kurabilseydim eğer
Bazı kızlar kurtuluşu atletizm şampiyonu olmakta, bazı kızlar Sylvia Plath gibi şiirler yazmakta bulur. Bakmaya doyum olmayan gelişigüzel tavırlarını bir tablo kadar kusursuzca sergileyen Edie ise Boston sosyetesinden sıkılmaya başladığında üniversiteli kız rolünden sıyrılıp New York’a taşındı ve kurtuluşu bir parti kızı olmakta buldu. Kuşe kağıda Twiggy’ler, beyazperdede Jean Seberg’lerin olduğu ‘yanardöner 60’larda, narin vücudu ve kırpılmış saçlarıyla Edie yepyeni bir yüzdü. Kimse daha önce onun gibi bir şey görmemişti; saydam bir mayo, siyah külotlu çoraplar ve bir süveterden başka bir şey giymiyor, metroya bikinisinin üstüne geçirdiği sabahlıkla biniyor, partilerden çıkmıyordu. Paris Hilton’a kadar uzanan parti kızı kimliğinin ilk “it girl” oyuncağı dansa kaldırılmıştı.
1960’larda New York’un yer altı sanat dünyası, Pop Art akımının dahilerinden Andy Warhol’un sayılırdı. New York’ta bir teras katındaki duvarları alüminyum folyoyla kaplı Fabrika’sında, alternatif kültürün sanatçılarını etrafında topluyor ve seri üretim nesnelerini kullanarak burjuva ahlak kurallarına karşı duran eserler veriyordu. Umursamazlığı bir afrodizyak gibi kullanan Edie Fabrika’ya adım attığı ve antrasit kömürü kadar siyah gözlerini Warhol’a diktiği anda onun ruhunu çalmıştı. Kısa zamanda Edie, Warhol filmlerinin yıldızı olacak ve Fabrika’nın kraliçesi ilan edilecekti. Artık o ve Andy’nin isimleri beraber anılıyordu. Hatta Edie saçlarını Andy’ninkilere uysun diye gümüş rengine bile boyatmıştı. Fotoğrafları Vogue ve Life dergilerinde yer almaya başladı. Oğlansı görüntüsü uniseks modasının ilk örneğiydi. Ancak pürüzsüz yüzündeki meleksi ifadeyi hiç silmediği hatta her gün yeni bir kat makyajın altına gizlediği söylenen Edie pillerini çabuk tüketiyordu. Alkol ve uyuşturucu yüzünden giderek bir hayalete dönüşmeye başlamıştı. Ağzında yanan bir sigarayla uyuyakalıyordu. Hatta bir defasında kaldığı odada mumları devirip yangın çıkarmıştı.

“Sisi, amfetamini ve incileriyle”
Onun adına şarkılar yazmış bir çok sanatçıdan biri de Bob Dylan’dı. “Just Like a Woman,” “Leopardskin Pillbox Hat,” hatta “Just Like a Rolling Stone,” ona adanan Dylan şarkıları arasındaydı. Edie, rock şarkıcısına sırılsıklam aşık olmuştu. Ağabeyinin söylediğine göre ikisi arasında bir ilişki vardı ve Edie aşırı dozdan hastaneye kaldırıldığında hamile olduğu ortaya çıkmıştı. Ancak doktorlar aşırı doz ve anoreksiden dolayı bebeğin sağlığından endişelendikleri için onu kürtaja ikna etmişlerdi. O günlerde Dylan’ın sevgilisi Joan Baez’di ve Warhol gaddarca ona Bob Dylan’ın Sara Lownds ile evlendiğini söylediğinde Edie iyice yıkılmıştı. Son bir güçle Fabrika’yı ve Warhol’u terk etti.
Ancak ekonomisi bozulmaya başlamıştı. Vogue, adı uyuşturucu bağımlılığıyla beraber anılan batağa saplanmış biriyle çalışmak istemiyordu. Artık yeni taşındığı ünlü Chelsea Hotel’indeki odanın ücretini bile ödeyemeyecek duruma gelmişti. Son filmi ”Ciao! Manhattan”da üstsüz otostop çeken ve odasını evinin boş havuzuna taşıyan kendinden bile daha tuhaf bir karakteri canlandırdı. Filmin çekimleri bittikten birkaç hafta sonra da aşırı dozda barbiturat alarak hayatına son verecekti. Öldüğünde rehabilitasyon merkezinde tanıştığı Michael Post ile evliydi Yirmiden fazla şok tedavisi geçirmişti ve uyuşturucudan beynine giden damarlar bile tıkanmaya başlamıştı.
Onun hayatı kötü bir kazaydı.Bir apartmanın en üst katından düşen oyuncak bir bebeği andırıyordu. Üst üste taklalar atıyor, kendini toparlayıp bir yere tutunamıyor ve her seferinde biraz daha parçalanıyordu. Sonunda yere düştü ve hiç başlamaması gereken bu lanetli hikaye sona erdi. Bir çocuk melodisini andıran bir müziği olmalıydı ama o kendi yıkım senfonisini daha doğmadan bestelemişti.

*Edie Sedgwick günümüze kadar uzanan “it girl akımının ilk temsilcisi kabul ediliyor. Üzerinde sabahlıkla metroya binmenin haricinde limuzin dışında bir taşıma aracı kullanmaz, pahalı içkiler içer, ünlülerle takılırdı. Ancak o hiçbir zaman bir Paris Hilton ya da Sienna Miller olmamıştı. Kimse onun nerede olacağını bilmezdi, önceden önüne kırmızı halılar serilmezdi. Dönemin en önemli iki yıldızı Andy Warhol ve Bob Dylan’ın esin perisi olmak ona yetmişti. O bir yer altı perisiydi. Marilyn Monroe’yla Joan D’arc arasında bir yerdeydi. .

* Bazı filmler sizde içki içme hissi uyandırır. Bu günlerde vizyona giren Factory Girl bu tür filmlerden değil. Edie Sedgwick’i Sienna Miller’ın canlandırdığı filmin sanki “Uyuşturucu kullanmak yanlıştır” şeklinde bir alt metni, parmağını gözünüze sokarcasına sallayan dikaktik bir anlatımı var. Bob Dylan’ın kendisi model alınarak yaratılan Müzisyen karakteri’nin kendisini yanlış tanıttığını söyleyerek dava açtığı film, Edie’nin bütün kötü huylarını gösteriyor ama kendi kendini yok etme eğiliminin nedenini anlamamıza yardımcı olmuyor. Bizi onun karanlık dünyasına davet etmiyor. Bir lanet var ama biz filmde bunu göremiyoruz.

Hiç yorum yok: