30 Haziran 2007 Cumartesi

Zengin Avcısı - Aşka paha biçebilir misin, Mon Chéri?

Aşık olmak için bir cennet bahçesine ve yasak bir elmaya ihtiyaç olsaydı bunun yeryüzündeki karşılığı Güney Fransa sahilleri olurdu ve şampanyanın su gibi aktığı, havyarın ağızda dağıldığı, zenginlerin para saçtığı aşk coğrafyasında kalplerin satılabilir bir nesneye dönüşmesini kimse engelleyemezdi.

“İki insanın beraberce yapabileceği en güzel hata evlenmektir,” der 1932 yılında çekilen Trouble in Paradise’ın (Cennette Tehlike) baş karakteri. Bu söz o günden beri çekilen birçok romantik komedide tatlı tatlı hissedilir ve mutlu sonla biten filmlere şiirsel bir gölge düşürür. Ne de olsa aşkın iki yüzü vardır ve kimse bunun güzel olacağı garantisini veremez. Fransız yönetmen Salvadori’nin filmi Zengin Avcısı bir yıllık garantisi olan satılık kalplerin anlatıldığı bir romantik komedi. Aşkı parayla ölçen Irene ve kalbi yerine onun verdiği bozuk parayı kabul eden Jean’ın hikayesi.
Audrey Tautou’un canlandırdığı zarif Irene, hayatını sürdürebilmek için para karşılığı erkeklerle beraber olan genç bir kadın. Yüzündeki bezmiş ifadeyle Buster Keaton’ı andıran Jean ise lüks bir otelde çalışan beş parasız ve silik bir adam. Hayır diyemediği için otel müşterilerinin şımarıkça isteklerini yerine getirmekten köpeklerini dolaştırmaya kadar her şeyi yapıyor ve kendi değimiyle, “o kadar çok evet diyor ki, artık hayır diyememeye başlıyor.” Voila! Birbirinden ayla güneş kadar farklı bu iki karakterin tek bir ortak noktası varsa o da başkalarının hizmetinde olmaları.
Irene’i koluna takan altmışlık para babası Jacques’ın erkenden odaya çıktığı ve genç kadını doğum gününde yalnız bıraktığı bir gece Irene otelin barına geliyor ve birkaç matrak rastlantının ardından Jean’ın bir barmen değil de zengin bir müşteri olduğu hatasına düşüyor. Kötü bir kedi gibi aniden gözünün önünden pişmiş piliç görüntüleri geçen Irene’in ağzı sulanmaya başlıyor ve zaman kaybetmeden Jean’a asılıyor. Irene’in hatasını fark eden Jean hiç renk vermiyor ve ikisi geceyi otelin kral dairesinde geçiriyorlar. Bonne nuit.
Ama sabah olduğunda tüm yalanlar günışığına çıkıyor. Jean’ın göz kamaştırıcı bir zengin değil de çekingen bir cebi delik olduğunu öğrenen Irene hatasını hemen arkasında bırakıp kaçıyor ve hayatına devam ediyor. Ancak kafasına içtiği kokteyl kadehlerinin şemsiyelerini takan genç kadına duyduğu aşktan sarhoş olan Jean için onu bir daha görmemek gibi bir ihtimal yok.
Bir sene sonrasına gidiyoruz ve Irene’le Jean yeniden karşılaşıyorlar. Jean, Irene’e ahlak dersleri vermek onun gibi olmayı tercih ediyor ve genç kadının yaşam tarzını benimsiyor. Monte Carlo’nun göz kamaştıran lüksünde Jean, Irene’in yardımıyla usta bir jigoloya dönüşüyor. “Pretty Woman” ve “My Fair Lady”nin tersten okumasını yaparcasına film Jean’ın geçirdiği değişimi gözler önüne seriyor. O çekingen, silik adam kadınların gözünü kamaştıran pahalı bir mücevher gibi parıldamaya başlıyor. Artık her ikisi de başkalarına aitler. Ancak şelale gibi üzerlerine yağan servettense birbirlerini arzuladıkları çok açık.
Aşka paha biçilir mi? Dünya o kadar toz pembe değilken bunu cevaplamak kimseye düşmez. Ama plajda geçirdikleri bir gecenin ardından Irene’in gözlerini açıp Jean’a bakışı her şeyi anlatıyor. Bazı anlar vardır ki, onları kaçırmamak lazım. Tıpkı bu film gibi.

Hiç yorum yok: